Ali Babacan 4. Aday Tanıtım Toplantısı Konuşma Metni
Arkadaşlar, size eski bir dosttan haber getirdim.
Hepiniz tanıyorsunuz onu.
Bir zamanlar “değerli” idi;
Şimdi kimse yüzüne bakmıyor.
O vefalıydı, herkesin “yanındaydı”;
Şimdi kimse onun yanında değil.
Hatta, “düşenin dostu olmaz” derler ya;
Düştüğü zaman artık yerden kaldırmıyorlar bile.
Evet, hepiniz onu çok iyi tanıyorsunuz.
O eski dostla tekrar tanıştıralım sizi… < 1 YTL banknot >
Eski dostumuz 1 lira.
Hatırlayın:
Bundan tam 20 sene önce, paradan 6 sıfırı atan bir kanun çıkartmıştık.
Elimde bu parayla okul okul, sokak sokak gezip vatandaşlarımıza yeni liramızı tanıtmıştım.
Televizyonlarda görürüz ya; biri yaşlanır, haberini yaparlar:
“Arkadaşları, dostları vefasız çıktılar” derler.
Biz vefasız çıkmadık.
Bakın, yanındayız, işte elimde.
Neden biliyor musunuz?
Zamanında, 1 lirayla neler yapılabileceğini hep beraber gördük, yaşadık.
Çünkü, bu parayla neler alınabildiğin gayet iyi biliyoruz arkadaşlar.
Çok şükür;
Biz, paramızın kıymeti olsun diye çok çalıştık.
Ülkemiz için bir hedefimiz vardı…
Vatandaşlarımız için, milletimiz için hayalimiz vardı…
O hedefi o hayali gerçekleştirmek için çok çalıştık.
Fert fert, birey birey zenginleştik.
2002’den 2013’e kadar milli gelirimiz tam 3,5 kat arttı arkadaşlar, 3,5 kat…
Her birimiz en az üç kat zenginleştik.
Ülkemizde mutlak yoksulluk diye bir şey kalmadı; sıfırladık.
Tüm dünyanın cazibe merkezi olduk.
Hatırlayın o günkü dünya manşetlerini…
“Parlayan yıldız Türkiye.” “İlham kaynağı Türkiye.” “Model ülke Türkiye.” Bunları bu ülke yaşadı.
Ve bu ülkeye bu onuru yaşatan ekonomi ekibinin başındaki insan olarak bundan her zaman onur duydum. Hayatımın sonuna kadar da onur duymaya devam edeceğim.
Paradan 6 sıfırı atmaya karar verdiğimiz tarihte, 1 TL’ye neler alınıyordu şimdi sizlere söyleyeceğim.
Görsel 1 (1TL) –
Burada bizim o okullarda yaptığımız tanıtım programları var. Tahtalarda çocukların 6 sıfırı nasıl atıldığıyla ilgili yaptığı egzersizler var. Çok uğraştık, çok çalıştık ama şu fotoğrafın bir de sol alt köşesinde bazı fiyatlar var…
2004 yılında bu parayla, 8 adet yumurta alabiliyordunuz.
Şimdi, bir yumurta alamıyorsunuz.
1 liraya, yarım litre süt, alabiliyordunuz. Şimdi en az 20 lira vermek zorunda kalıyorsunuz.
1 kilo elma, 1 liraydı.
1 paket makarna, 1 liraydı.
750 gram yoğurt, 1 liraydı.
Arkadaşlar,
Öyle bir paraydı ki 1 lira, 2 tanesini yan yana getirdiğinizde bir litreden fazla benzin alabiliyordunuz.
3 tanesini yan yana getirdiğinizde, bir kilo tavuk alabiliyordunuz.
Şimdi bunlarda, 100 tanesiyle bir deste yapın -ki tedavülden resmen kalkmış değil, bulunmuyor kimse yüzüne bakmıyor ama resmen tedavülde bu para- Şimdi bunlarda, 100 tanesiyle bir deste yapın bir kilo tavuk bile alamıyorsunuz.
Bakın o senelerde iki buçuk tanesiyle dışarıda karın doyurulabiliyordu.
Tavuk dönerin fiyatı 2,5 lira.
Şimdi markete bir lirayla girseniz bir çiklet bile alamadan çıkıyorsunuz.
Sokakta bir ihtiyaç sahibine “al sana 1 lira” deseniz, “benimle dalga mı geçiyorsun” der.
Ekonomimizi, paramızı getirdikleri yer bu.
Gerçekten çok üzülüyoruz.
Akıl dışı, bilim dışı uygulamalarla, hukuk tanımazlıklarıyla memleketi getirdikleri yer bu.
Ağızlarından çıkan her cümleyi tekrar eden, kukla oynatır gibi oynattıkları atanmışlarla ülkemizin parasını getirdikleri yer bu.
Koskoca Türkiye, Erdoğan’ın kukla tiyatrosuna dönmüş durumda.
Artık sadece bakanlar, bürokrasi değil;
Üzülerek söylüyorum;
Bu ülkenin bir kısım yargısı, bu ülkenin bağımsız çalışması gereken pek çok kurumu, artık sadece sadece kukla tiyatronun elamanları haline gelmiş durumda.
20 yıl sonra, dolar olmuş 31 lira.
20 yıl sonra, Mazot olmuş, 45 lira.
Enflasyon, gerçek enflasyon, halkın enflasyonu, emeklinin, asgari ücretlinin yaşadığı enflasyon %100’ün üzerine çıkmış durumda.
20 yıl sonra artık 1 lira ortalarda yok;
Çünkü bunu basmanın, sadece ve sadece baskı maliyeti artık değerinin çok çok üzerinde. Onun için basılmıyor, onun için tedavülde yok.
Makarna alamazsınız, yumurta alamazsınız, ekmek alamazsınız;
Ben buradan, Ankara’dan, sizlere unuttuğumuz eski dostumuz 1 liramızı bu yüzden hatırlatmak istiyorum.
1 lirayla neler yapılabildiğini, sizlere, ekranları başındaki vatandaşlarımıza hatırlatmak;
1 liramıza unutulmadığını göstermek istedim.
Değil 1 liranın, kuruşlarımızın dahi değerli olduğu o günleri hatırlatmak istedim.
Hatırlayın o günlerde Merkez Bankası kuruşlarla ilgili kamu spotu yapıyor
“Kuruşun değerini bilin” diye.
“Kuruş yere düştüğünde onu yerden alın çünkü artık kıymetli bir şey bu kuruş” diye.
Paramızın o kadar değerli olduğu günleri hatırlamak durumundayız arkadaşlar. Çünkü aradan vakit geçince unutuluyor, hep böyleydi zannediliyor.
Hatırlayacağız ki, bu hükûmetin ülkeyi ne hale getirdiğini anlayalım.
Hatırlatacağız ki, gençler, bu ülkenin iyi yönetildiğinde, nasıl bir başarıdan diğerine koşabildiğini bilsinler.
Hatırlatacağız ki, gençler bu ülkeden asla ama asla umudunu kesmesinler.
Hatırlatacağız ki, bu seçimde vatandaşlarımız hükûmete şöyle bir SARI KART göstersinler.
*****
Değerli arkadaşlar;
Bir devlet ne için var?
Bir devletin en temel varlık sebebi ne?
“Güvenliği sağlamak” değil mi?
Her birimizin güvenliğini sağlamak devletin asli görevi değil mi?
Güvenlik içinde yaşamak bir “vatandaşlık hakkı” değil mi?
Ama bu iktidar, kendisine emanet edilen her hakka ihanet ediyor.
İktidara güvenliğimizi emanet ettik; sokakları çatışma alanına çevirdiler.
Barınmayı emanet ettik; ev fiyatları, kiralar uçtu gitti, herkesi mahkemelik ettiler.
Kiracılarla ev sahiplerini birbirleriyle hasım hâle getirdiler.
“Ekonomiyi bari düzelt, çocuklar aç kalıyor” dedik;
Bütün formülünü anlattık, nasıl yapacaklarını söyledik, ilan ettik, kitaplar yazdık, kitaplar, ansiklopediler yazdık. Dedik ki “beceremiyorsanız çözüm burada” dedik. “Bilmiyorsanız açın, öğrenin” dedik ama almayınca olmuyor, olmuyor…
İlkokul öğrencileri bile değerli arkadaşlar öğün atlamayı öğrendiler bu ülkede.
Uzun lafın kısası arkadaşlar; bu iktidar en temel görevini, “vatandaş için var olma” görevini yerine getirmiyor bugün.
İktidar, devlet-vatandaş akdinin gereğini yerine getirmiyor, bu sosyal sözleşmeye bu akde uymuyor.
Medyanın üzerindeki baskı hiç olmadığı kadar fazla bu dönemde.
Ana haberlerde televizyon kanalları her şeyi anlatamıyorlar.
Birçok kanalda, pek çok siyasi partinin adını anmak yasak, adı bile geçmiyor.
Allah aşkına partimizin 4. yılı. Türkiye'nin dört bir köşesinde teşkilatlanmış bir siyasi parti, devletin resmi kanalında 4 yıldır adı anılmaz mı?
Böyle bir şey var mı, bu adalet mi?
“Ben devletin gücünü elime geçiririm. Ondan sonra diğer partilere yaşama hakkı vermem.” Böyle bir şey yok.
Demokrasilerde, hukuk devletlerinde böyle bir şey yok.
Evet, son seçimi kazandı ama arkadaşlar helalinden kazanmadı.
Hep söylüyorum, adaletsizlikle, hukuksuzlukla, fırsat eşitliğinin olmadığı bir ortam yaratarak kazandı. Bu seçime de öyle gidiyor.
Elindeki gücünü diğer bütün yarışan siyasi partileri sindirmek ve onlara hayat alanı tanımamak için kullanıyor.
Ama hepsi düzelecek inşallah.
Endişeye mahal yok. Endişeye mahal yok, çünkü DEVA var DEVA Partisi var, hiç korkmayın, çünkü biz varız arkadaşlar.
Bakın bu salonda alnı açık, gözü pek, yüreği sağlam insanlar var. Korkusuz insanlar var.
Tehditle ya da teşvikle boyun eğdiremeyeceği insanlardan oluşuyor bu salon.
DEVA teşkilatlarının tamamı böyle inşallah. Biz bunun için korkmuyoruz. Bunun için korkmadan bu yola çıktık. Bunun için “biz buradayız” dedik.
Gençlere umut olmak için, emeklere DEVA olmak için yola çıktık ve inşallah başaracağız, hep beraber başaracağız.
Diğer arkadaşlar, evet, güvenlikle ilgili sorunlar var ama bakın bunca karmaşanın içerisinde, bazı gazetecilere de bu iktidar iyilik de yaptı.
Nasıl bir iyilik mi? Söyleyeyim:
Haberi gazetecilerin ayağına getiriyorlar.
Nasıl?
Ana haberler, haber bulmakta hiç zorlanmıyorlar.
Ofisleri nerede olursa olsun, nerede çalışıyor olurlarsa olsunlar; şöyle fotoğraf kameralarını pencereden dışarı çıkardıklarında, hemen haber orada.
Kamerayı sokağa çevirin; bakın, biri ötekine birileri silah doğrultmuş.
Kamerayı şöyle bir trafiğe çevirin; hemen birisi ötekiyle kapışmak üzerine, bağrışıyor.
Kameraya bir dükkâna çevirin; biri ötekinden haraç kesiyor.
Her tarafta bir manşet, her tarafta bir haber.
Bakın, geçtiğimiz günlerde, İstanbul Kâğıthane’de bir tekel bayisine el bombası atıldı. Şehrin ortasına ha! Kağıthane şehrin tam göbeği, İstanbul’un göbeği, öyle kırsal falan değil.
Tekrar ediyorum: İstanbul’un göbeğinde, bir Tekel bayisine EL BOMBASI atılıyor.
Bu kadarla da kalmıyor: Tekel bayisinden birisi koşuyor, çıkıyor, elinde silahla bombayı atanın peşinden koşmaya başlıyor.
Bu ne ya? Gerçekten inanılır gibi değil.
Şehrin ortasında el bombası, tabancayı eline alıp koşanlar, uzun namlulu tüfekle birbirlerine ateş edenler.
Büyük plazalardan küçük dükkânlara; taşradan şehirlere; küçük bir yol verme kavgasından alacak verecek tartışmalarına, kiracı-ev sahipleri arasındaki vakalara; her gün, her saat memlekette artık bir şiddet vakası yaşanıyor.
Seçim çalışmalarından tutun- ki İstanbul’da oldu biliyorsunuz seçim çalışması sırasında, uzun namlulu tüfekle, silahlarla birbirlerine insanlar, şehrin meydanı bu ya.. Ve ne oldu? Bir hanımefendi yaralandı hâlâ şu anda hastanede.
Belediyelerin içine kadar... Bir belediye başkanının özel kalem müdürü vuruldu. Buralara kadar sirayet etmiş bir şiddet kültüründen bahsediyoruz arkadaşlar ve hiç kimse ders almıyor.
Hükûmet ders almıyor.
Tedbir namına da yeteri kadar güçlü adımları göremiyoruz.
Evet, yeni İçişleri Bakanı’nın göreve başlamasıyla beraber yakalananlar, suçüstü yapılanlarla ilgili sayılarda artış var ama aynı miktardaki artış da bu sokaktaki şiddet olaylarında var.
Çünkü arkadaşlar, şiddetten beslenenler var bu ülkede, öfkeden beslenenler var. Nefretten beslenenler var.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıp da “Öfke bir hitabet sanatıdır” dedikten sonra bu ülkede öfke, şiddet bitmez.
Çünkü bu iklimi, ellerindeki propaganda makinasıyla bu ülkenin kılcal damarlarına kadar pompalayan bu iktidarın kendisi.
Çünkü düşman arıyor düşman.
Düşmanlıktan besleniyor, her zaman bir düşmana ihtiyacı var. Bu düşman, bazen içerde, bazen dışarıda.
İcraat üretemeyince, başarı üretemeyince, sonuç üretemeyince düşmanlık üzerinden, nefret üzerinden siyaset yapan maalesef ülke haline getirdiler Türkiye’yi.
Siyasi iradenin en tepesindekiler tarafından kol kanat gerilen çeteler var bu ülkede.
Mafya liderleriyle poz vermekten gurur duyan iktidar ortakları var bu ülkede.
Esnafı tehdit eden, işletmelere çöken ve birileri tarafından korunan kollanan takım elbiseyle dolaşan insanlar var bu ülkede.
Hepsini görüyoruz, hepsini biliyoruz.
Ve bu düzelmeden; siyasi iradenin tepelerinden aşağıya kadar inen bu kirli ilişkiler ağı çözülmeden; ülkemizde yaygınlaşan şiddet hadiselerinin bitmesi mümkün değil.
Onun için siyasete çok iş düşüyor.
Onun için bizlere çok iş düşüyor.
Bakın burada şunun da altını çok net çizmek istiyorum:
Şiddet kültürünü besleyen, büyüten sadece bu iktidar değil arkadaşlar.
Daha iktidar olmadan iktidarın yanlışlarına düşen, daha cin olmadan çarpmaya çalışan pek çok siyasi parti var bu ülkede muhalefet tarafında da.
İnanın al birini, vur ötekine.
Bazen izliyorum, bakıyorum da Allah korusun diyorum ya, şu muhalefetteki partilerin bazıları var ki kazayla şöyle ya da böyle iktidarın bir parçası olsalar inanın şu andakinden farkı olmaz bu ülkenin.
Öyle şeyler oluyor ki izlerken, dinlerken ben hicap duyuyorum.
Siyasi parti toplantılarında olan olayları duyduğumda utanıyorum.
Henüz daha iktidar değilsiniz, iktidar ortağı falan da değilsiniz. Neyi paylaşamıyorsunuz ya? Kavgalar, dövüşler, şunlar bunlar…
Sözüm ona ülkenin yarınlarına siyaset vadediyorlarmış.
Sözüm ona bu iktidarın alternatifi olacaklarmış.
Arkadaşlar,
İşte biz önce, siyaseti bu kirli şiddet kültüründen arındırmak zorundayız.
Mesele şiddetse, mesele nefretse, mesele nefret suçuysa kapkalın bir kırmızı çizgiyi çekmek zorundayız. Şiddetle, nefret suçuyla gereği gibi mücadele etmeyen bir siyasi partinin bu ülkeyi yönetme iddiası olamaz. Bu ülkeye bir hayrı dokunmaz.
Biz; bu kavgacı, ötekileştiren, nefret tohumları ekmek dışında bir şey bilmeyen, çözüm üretmeyen muhalefetin de tam karşısındayız.
İşte o yüzden arkadaşlar mecliste, sokakta, siyasi parti toplantılarında, çarşıda pazarda; şiddetin, ayrımcılığın, öfkenin tamamını yok etmek üzere biz yol çıkmış durumdayız.
Önce, yerel seçimlerde, bu şiddet kültürünün beslendiği her türlü kanalı elimizle şöyle bir kapatacağız.
Sonra da inşallah, genel seçimlerde; siyaseti öfke, şiddet, bağırma, hakaret etme gibi görenlerin etkisinden, kontrollünden siyasetimizi inşallah kurtaracağız.
Sokaklarımız güvenli olacak.
Hayatlarımız güvenli olacak.
İnanın bu tamamen bir siyasi irade meselesi arkadaşlar, siyasi irade. Dünyada pek çok örneği var. Kötü örnekleri de var, çok iyi örnekleri de var.
Ülkenin başındaki “arkadaş, ben bu memlekette şiddet istemiyorum” diye sağlam bir irade ortaya koyduğunda bu işler bitiyor.
Suç işleyene hakkıyla bir yaptırım uyguladığınızda bu işler çözülüyor ama şiddeti uygulayan, suç işleyen “ya nasıl olsa ben yakalansam da gözaltına alınsam da benim abiler var, babalar var, sırtımı dayadıklarım var. Onlar beni nasıl olsa kurtarırlar” diye bir güven içerisinde eğer suç işliyorlarsa, bu ülkede suç bitmez, şiddet bitmez arkadaşlar.
Ve inanın çoğu böyle, çoğu böyle… Hangi vakaya baksanız arkasında mutlaka bunların destekçileri var. Bunların “oğlum merak etme devam et. Ben arkandayım, bir şey olmaz. Başına bir iş gelirse ben seni kurtarırım” diyenler var.
İşte o çetelerle, mafyalarla poz verenler var. Onun için bu cesareti buluyorlar.
İnşallah hepsini alaşağı edeceğiz, hepsini.
*****
Değerli arkadaşlar,
Daha önce de söyledim, şantajla, tehditle bu ülkeyi yönetmeye alışmış bir Cumhurbaşkanı var şu anda.
Şu anda Cumhurbaşkanı, yerel seçim çalışmalarına başladı, il il dolaşıyor:
Yanlış anlamayın;
Bizim yaptığımız gibi halkın sorunlarını dinlemek için öyle pazar yerlerine girmiyor. Pazar yerlerinde bir görüntü gördünüz mü bugüne kadar?
Cumhurbaşkanı, yıllardır bir pazar yerine girmiş mi, girebilmiş mi? O emeklilerin isyanını dinlemeye, duymaya psikolojisi hazır mı?
Kendi kanallarından yayınlattığı o pembe tablo başka, Türkiye’nin gerçek tablosu başka.
Bir esnafın kapısını çalıp da rastgele derdini dinlemiş mi?
Emeklilerin oturduğu bir kahvehaneye girip de “ya dostlar derdiniz nedir?” demiş mi? İşte biz bunu yapıyoruz. Biz bunu yaptığımız için ülkenin gerçek halini biliyoruz.
Biz gittiğimiz her yerde vatandaşlarımızla kaynaştığımız, bütünleştiğimiz için gerçek Türkiye tablosunu okuyoruz.
Ama, Cumhurbaşkanının böyle bir şeyi yok. Geliyor özel uçakla, özel helikopterle iniyor, koruma konvoylarının duvarlarının arasından sahneye çıkıyor, veriyor veriştiriyor, tehdit ediyor, şantajlarını yapıyor. Ondan sonra helikopter hop uçuyor başka yere gidiyor. Yaptığı bu…
Yaptığı, yapacağı hizmetleri anlatmak için de pek dolaşmıyor dikkat edin arkadaşlar.
Çünkü bakın depremin birinci yılını doldurduk.
Ne dedi? “Bir yılda 319 bin konut yapacağım” dedi.
Söz verdi, ne zaman söz verdi? Genel seçimlerden sadece bir buçuk ay önce söz verdi.
Evet, konut ihtiyacı çok fazla ama “319 bin konutu biz bir yılda tamamlayıp teslim edeceğiz” dedi. Bir yıl doldu. Kahramanmaraş’ta teslim edilen konut sayısı söz verilenin onda biri değil.
TOKİ Başkanı’nın kendi ilan ettiği işte “anahtar teslimini hazır hale getireceğiz dediği rakam 46 bin. TOKİ’den gelen açıklama %15 civarında, o da daha somutlaşmış, anahtar teslim edilmiş sayı değil bu. Anahtar teslimini hazır hale getireceğiz, falan filan… Lafı yuvarlaya yuvarlaya götürüyor.
Bunlardan bahsetmiyor.
Gidiyor, teslim ettiği anahtarını verdiği evleri gösteriyor. Çadırlarda, konteynerlerde yaşayan söz verildiği halde hâlâ konutlarını teslim alamayan insanlarla şöyle oturup bir dertleşmiyor.
Bir çadır kentte, bir konteyner olduğu yerde gördünüz mü, insanlara şöyle davet edip dinlediğini, konuştuğunu? Yok.
Ve daha da vahim arkadaşlar, seçim kampanyası tamamen ne üzerine biliyor musunuz?
Diyor ki.
“Biz yoksak, hizmet yok” diyor.
“Eğer AK Partili belediyeler, belediye başkanları seçimi kazanamazsa bizden hizmet beklemeyin” diyor.
“Biz yoksak, doğalgazı göremezsiniz” diyor.
Daha 2 gün önce demedi mi ya Ordu’da. Tehdit ediyor, tehdit...
Ya arkadaş yıllardır Ordu Belediyesi AK Parti de değil mi? Hasan Bey kaç yıldır? 20 yıldır…
20 yıldır doğalgazı götürmemiş bazı yerlere, ne diyor? “Bu yerel seçimlerde oyu bana vermezsen, benim belediye başkanımı desteklemezsen doğalgazı göremezsin” diyor. Zaten görememişler ki 20 yıldır.
“Merkezi hükûmette İktidar benim. Belediye benden olmazsa, şehrinize hizmet beklemeyin” diyor.
Hani bir tabir vardır, Aba altından sopa göstermek… Ne derler “Aba altından sopa gösteriyor” değil mi?
Erdoğan artık sopayı aba altından göstermiyor. Elinde sopayı sallaya sallaya şehir şehir dolaşıyor.
Gittiği her yerde bir nakarat var değil mi? ‘Tek millet’ tamam, önemli bir kavramdır ama zihin dünyasında ne var? O tek millet de değil, sadece kendisine oy verenlerin. Onun zihin dünyasında kendisine destek vermiyorsa o tek millet kavramının içinde yok.
İlk Hatay’da dedi değil mi? İlk ziyaret ettiği illerden birisiydi. “İşte Hatay'da olmadı, olmuyor” dedi. Ya depreme maruz kalan 11 ilden 10’unda belediye kendisinde. Bir tek Hatay’da muhalefette, geliyor Hatay'da onu söylüyor.
Onu söyledi, ben ertesi gün Kahramanmaraş’taydım, bir sonraki gün de Adıyaman’daydım.
Kahramanmaraş’ta insanlar feryat ediyor, Adıyaman’da feryat ediyor “Başkanım tamam Hatay’da öyle de e Kahramanmaraş’ta belediye onda Adıyaman’da da belediye onda, buraya da bir şeyler gelmedi” diyorlar. “Burada da olmadı” diyorlar.
Erdoğan ne yaptı biliyor musunuz? Bu yeni ortaklarının diline artık uyum sağladı. Tehdide, şantaja alıştı. Çünkü “Bana arkadaşını söyle, ben sana kim olduğunu söyleyeyim” derler, değil mi? O yeni yol arkadaşları var ya. Bir yanında 28 Şubatçılar, bir yanında o mafya çetelerin hamileleri, işte onlarla dolaşa dolaşa zihin farklı bir yere doğru kaydı gitti.
Ve ben buradan kendisine sesleniyorum:
Sayın Erdoğan, hiç boşuna tehditle şantajla kendinizi yormayın:
Bizim vatandaşlarımız bunlara yıllarca maruz kaldılar.
Yıllar öncesinden bizim insanımız tanır bu dili.
90’ların karanlığından beri bilir;
Küçük ortağınızdan biliyor bu dili;
Küçük ortağınızın kol kanat gerdiklerinden biliyor bu tehditleri, şantajları:
Sayın Erdoğan, hiç boşuna yorulmayın.
Vatandaş bu şantaj siyasetini gayet iyi biliyor...
Vatandaş bu sesten, bu tehditlerden korkmuyor.
İnşallah diyorum ya, diyorum ya bakın bu seçimler arkadaşlar sadece belediye başkanlarının seçildiği seçim olmayacak. Hep beraber göreceğiz.
Vatandaşlarımız Türkiye'nin dört bir yanında şu sarı kartı alacak, bu iktidara gösterecek. “Yanlış yoldasın” diyecek. “Aklını başına al” diyecek.
Şimdi genel seçim gibi zannediyorlar. “Ülkeyi gereriz, kutuplaştırırız, 50+1’i cebimize koyduk mu hiç kimseye de hesap vermeyiz. Anayasayı da çiğneriz, vurdum duymaz bir şekilde yolumuza devam ederiz” zannediyorlar.
Yerel seçimler öyle değil. Yerel seçimlerde 50+1 mecburiyeti falan yok. Yerel seçimlerde ipi bir santimde olsa önde göğüsleyen seçimi alıyor.
Ve Türkiye'nin dört bir yanında çok farklı tablolar göreceğiz inşallah.
Vatandaşlarımız diyecek ki; “ya sen beni tehdit et, şantaj yap ama ben dinlerim, söyleyeceğimi de sandıkta söylerim” diyecek.
*****
Değerli arkadaşlar,
Yerel seçimler denince, Türkiye'de herkesin aklına maalesef, herkes derken böyle siyasi kadroların içerisinde, aklına gelen tek bir konu var, üzülerek söylüyorum “Rant”. “Haksız rant.”
İdeolojik zıtlıklar, siyasi görüş ayrılıkları fark etmiyor.
Çoğu muhalefetin de zihnine yerleşmiş, habis bir zihniyet bu.
İktidarıyla muhalefetiyle, yerel seçimlerdeki matematikleri şöyle:
Onlar için; belediyecilik -eşittir- komisyonla plaza dikilecek boş arsalar.
Onlar için; belediyecilik -eşittir- eşe dosta dağıtılacak ruhsatlar.
Onlar için; belediyecilik -eşittir- partililere verilecek ihaleler;
Makamlara atanacak partililer; istifade edecek meclis üyeleri.
Belediyecilikten anladıkları bu. Onun için kavga gürültüyle gidiyor. Onun için bu aday tespit süreçlerinde, sandalyeler havada uçuşuyor, yumruklar vuruşuyor.
Rant kavgası rant o gördüğünüz, bir siyasi çekişme değil. “Rant”ın peşinen paylaşılma kavgası.
Görüyoruz;
İstanbul’da bir kişi aday olmuyor, Ankara’dan sesler yükseliyor;
Kırk yıllık partililer, bu uğurda partilerinden uzaklaşıyor;
“Şuraya neden bu aday gösterilmedi” tartışmaları var;
Bozuk yollardan, kaldırımlardan bahseden yok.
“Şuradaki kişi, bilmem kimin adamı, ben onu istemem” tartışmaları var;
Sahipsiz sokak hayvanlarından bahseden yok.
“O ilçeye bizim şu arkadaş atanacaktı” var;
Gelmeyen otobüslerden, kalabalık toplu taşıma araçlarından bahseden yok.
Değerli arkadaşlar,
İktidarıyla, muhalefetiyle; yerel seçimlerdeki hesaplarda;
Halk yok, millet yok, hizmet yok.
İşte o yüzden değerli arkadaşlar, biz buradayız.
İşte o yüzden DEVA Partisi burada.
Hiçbir tehditten, şantajdan korkmadan buradayız.
Dimdik, alnımız ak bir şekilde buradayız.
Seçimleri kazandığımız her yerde, DEVA Belediyeleriyle “demokrasi nasıl yerelden yükselir”, bütün ülkeye bunu göstermek için buradayız.
Ve inşallah, DEVA belediyeleriyle, bu ülkenin o sınırlı kaynakları, nasıl yerinde ve isabetli harcanır;
İsabetli harcandığında bir şehir nasıl ayağa kalkar göstereceğiz.
Göstereceğiz ki, genel seçimlerden sonra bu ülkeyi nasıl ayağa kaldıracağımızı tüm millet duysun, görsün, şahit olsun.
*****
Değerli arkadaşlar,
Biz seçimler geliyor diye değil, bundan ta iki sene önce Yerel Yönetimler ve Şehircilikle ilgili eylem planımızı ortaya koyduk.
Seçim geliyor diye apar topar değil. İki sene önce, belediyecilik anlayışımızı böyle karınca duası gibi ince ince yazılarla, nakış işler gibi işledik. Dünya aleme ilan ettik. “Biz iyi yönetiriz, etkin yönetiriz” dedik.
Bununla da kalmadık. Türkiye'de bir ilk yaptık. DEVA Belediyeciliğinin “Etik Kurallar Bildirgesi’ni” hazırladık.
Bu Türkiye'de bir ilk arkadaşlar. 100. yılını tamamlamış cumhuriyette bir ilk. Hiçbir siyasi partinin aklına böyle bir şey gelmemiş. Bakın tam üç sayfa halinde bizim belediye başkanlarımızın, seçilmelerinden sonra belediyeyi hangi ahlaki kurallara göre yöneteceklerinin bütün detayları burada yazıyor.
Çünkü biz belediyecilik deyince gözünde dolar, Euro işaretleri oluşanlardan değiliz.
Biz belediyecilik deyince hakkaniyetli hizmet anlayan bir siyasi partiyiz.
Biz belediyecilik deyince ahlaki kurallara uygun, şeffaf, hesap verebilir bir yönetim anlayışına sahip olan bir siyasi partiyiz.
Evet, değerli arkadaşlar.
Dediğim gibi gerçekten bu seçim çok önemli.
Özellikle DEVA Partisi için çok önemli. Niçin biliyor musunuz?
Evet biz partimizi bir kurucu kadroyla yola çıkardık. Burada bu salonda, neredeyse dört yıl oldu. Burada bu salonda 9 Mart 2020 tarihinde 90 kişilik kurucu kadromuzla yola çıktık.
Arkasından teşkilatlarımızı oluşturduk. 81 ilde, 650 ilçede teşkilat oluşturduk.
Arkadan üye kayıtlarına başladık. Üye kayıtları ilçelere yapılıyor biliyorsunuz. Dolayısıyla genel merkez, teşkilat kadromuz ve üyelerimiz oluştu.
Ancak şu anda Türkiye'de bugün itibariyle “DEVA Partisi'ne ben oy verdim. Seçimlerde pusulada DEVA logosunun altına evet mührünü bastım” diyebilen bir vatandaşımız yok.
Çünkü genel seçimlere biz ortak listelerle girdik. İlk defa bu seçimde kendi ismimizle, kendi logomuzla ve kendi adaylarımızla seçime giriyoruz.
Dolayısıyla ilk defa bu seçimde değerli arkadaşlar vatandaşlarımızla bir bağ kuracağız.
Bu teşkilat üyeliği bağı değil ya da parti üyeliği bağı değil onun daha da dışında bir kitleyle seçmen bağı kuracağız. Bu ilk olacak bizim için.
Ve bu seçmenlerimizle kuracağımız bağ çok çok kıymetli bir bağ olacak.
Seçim günü sandıkların başına gidip, o kapalı korumalı alana girip perdeyi çekip, herkes bir vicdanıyla baş başa kalıyor ya oy pusulasını alıp vicdanının sesi nereden yanaysa onu dinleyip “evet” mührünü “tercih” mührünü basıyor ya, işte ilk defa o seçimlerde vatandaşlarımızla biz o gönül bağını kurmuş olacağız.
Vatandaşlarımızın vicdanının sesiyle partimiz arasında ilk defa o bağ kurulmuş olacak.
Dolayısıyla genel merkez, teşkilatlarımız, üyelerimiz ve seçmenlerimiz diye artık bir kitlemiz olacak.
Ve bu kitle her beldede, her ilçede, her ilde, her büyükşehirde, ama küçük ama büyük, bizim bir çekirdek seçmen kitlemiz olacak. Ve o bizim için çok çok değerli olacak.
O kitleye böyle gözümüz gibi bakacağız. Ve o kitlemizi bir sonraki genel seçimlere doğru halka halka büyüte büyüte devam edeceğiz.
Nasıl bir kartopu oluştururken küçükten başlarsınız onu yuvarlaya yuvarlaya büyütürsünüz. Aynı o şekilde o kitlemizi bir sonraki genel seçimlere büyüterek götüreceğiz.
Dolayısıyla bu seçimler bizim için son derece önemli.
Yerel seçimlerde elde edeceğimiz sonuçlar, kazanacağımız belediyeler, belediye meclis üyelikleri bunların hepsi çok çok kıymetli, Evet…
Ancak değerli arkadaşlar unutmayalım ki bu seçimler yerel seçimler. Halbuki DEVA Partisi'nin iddiası sadece belediyeleri yönetmekten ibaret değil.
DEVA Partisi'nin iddiası bu ülkenin iktidarı olmak.
Çünkü biliyoruz ki; bizden başka adaletle, hukukla gerçek anlamda rasyonel bir ekonomi anlayışıyla bu ülkeyi yönetecek, yönetebilecek bir başka siyasi parti yok. Gördük, tanıdık hepsini.
“Ülkeyi yönetmeye ben adayım” diyen muhalefette olan partilerle masada da oturduk. Daha iyi tanıdık birbirimizi. Yok.
Onun için bizim sorunumuz çok büyük.
Evet 31 Mart seçimleri önemli ama bizim asıl büyük ve nihai hedefimiz bu ülkenin iktidarı olmak.
Ve bu büyük ve önemli hedefi hiçbir zaman gözden kaçırmayacağız. İktidar olacağız ama o iktidar gücünü eline alıp da sopa diye sallayanlardan olmayacağız.
İktidar olup o iktidarın gücünü bu ülkede gerçek anlamda hukuk devletini inşa etmek için kullanacağız.
Gerçek anlamda hak, adalet yerine gelsin diye kullanacağız.
Gerçek anlamda bu insanların yüzü gülsün, her alanda adil bir sistem bu ülkeye gelsin diye o iktidarın gücünü kullanacağız.
Bunun için yola çıktık.
Dolayısıyla hedefimize böyle iki aşamalı düşünmek zorundayız. Birinci aşama yerel seçimler, 31 Mart, mümkün olan en iyi sonuçlar her yerde ama yerel seçimlerden sonra kazanan başkanlarımız derhal çalışmaya başlayacak, biz de parti olarak hemen bir sonraki hedefe kitlenip bir sonraki büyük hedefimize asıl genel seçimlerde bu ülkenin iktidarı olmak için çalışmaya yoğun bir şekilde devam edeceğiz.
*****
Değerli arkadaşlar;
Ben şimdi birbirinden değerli belediye başkan adaylarımızı tek tek sahneye davet etmeye başlayacağım.
Biliyorsunuz, salı akşamı son.
Çarşamba gününden itibaren hep beraber sahada olacağız.
Salı günü saat 17’de listeler teslim ediliyor.
Salı günü 17’ye kadar tüm ilçelerde boşluk bırakmadan listelerimizi teslim etmemiz gerekiyor -ki bununla ilgili dün böyle dikkat dikkat önemli önemli diye bir WhatsApp mesajı bütün teşkilatımıza gönderildi. Lütfen onu iyi okuyun. Önemini iyi anlayın.
Listelerde, DEVA Partisi'nin bir meclis üyesi isminin olmadığı bir liste kalmaması gerekiyor.
Pusulada DEVA Partisi'nin olmadığı bir ilçe Türkiye'de kalmaması gerekiyor. Hedefimiz bu.
Evet bugüne kadar gerçekten tüm Türkiye'de çok güzel bir çalışma ortaya koyduk. Yüzlerce adayımız oluştu. Ve tüm Türkiye genelinde kampanyaya başlayan yüzlerce adayımız var şu anda. Hatta onlardan bir kısmı zaten aday oldular, zaten kampanya yapıyorlar ya… Onlara dedik ki: “Ankara'daki törene gelmeyin, vakit kaybetmeyin, devam edin, bir gün bir gündür çalışmaya devam.”
Dolayısıyla buradaki arkadaşlarımızın çoğu sadece bu lansmanda ilan edeceğimiz adaylarımız ve onların yakınları ilgili teşkilatlarımız…
Evet, salı günü 17 çok önemli bir tarih. O tarihten sonra eğer evrakı eksik olanlar varsa bir üç günlük bir süre daha var. Sadece eksik evrakı tamamlamak için.
Ama aday ismi “saat beşi beş gece teslim ettim, kabul etmediler” falan. Aman ha. Yani saat 5’i geçirmeden teslim etmek zorundayız.
O listelerdeki birinci isim, ikinci isim dolu diyelim ki üçüncü isim boş üörnek veriyorum. O üçüncü ismi sonraki günlerde de tamamlamak mümkün oluyor. Eksik evrakı tamamlamak mümkün oluyor ama eğer saat on 17’yi geçirirseniz bunun kazası yok. Bunu düzeltmenin imkânı yok.
Onun için ben buradan bütün teşkilatlarımıza tekrar önemli bu ricamı iletiyorum ki aman boşluk bırakmayalım. Bugün bu törenden sonra yarım gününüz var. 24 saatlik bir pazartesi var. Arkadan da 17 saatlik bir Salı var.
Dolayısıyla salı günü 17’ye kadar her bir saati değerlendirip boşluk bırakmadan inşallah bu süreci tamamlayalım çünkü kendi isminizle gireceğimiz ilk seçim olduğu için bu uyarıyı yapmak zorundayım.
Olur da hani acemilikten “ya bilmiyorduk, etmiyorduk” falan olmasın. İnşallah hep beraber eksiksiz bir şekilde bu süreci tamamlayalım.
Evet, Salı 17’ye kadar listeleri teslim ettik ama hadi yorgunluk falan ne yapacağız?
Çarşamba günü sabah erkenden düşeceğiz yollara arkadaşlar.
Hemen çalışmaya başlayacağız sahada. Bütün teşkilatımız boşluk bırakmadan.
Bütün teşkilatımız adaylarımıza beraber olacak.
Bütün genel merkez kurul üyelerimiz adaylarımıza beraber olacak.
Zaten 40 günlük bir kampanya sürecinden bahsediyoruz. Şu anda bundan önemli bir şey yok. Hani Allah korusun çok ciddi bir sağlık durumu falan olur da hani tamam hani sağlık söz konusu olunca bir şey diyemiyoruz ama onun haricinde mazeret yok.
Çünkü kaçırdığımız bir günün telafisi yok.
Belki elini sıkarak desteğini alabileceğimiz bir vatandaşın o elini sıkmadığımız için desteğini kaçırıyorsak, bunun telafisi yok.
Onun için ben bugün arkadaşlar sizden bir söz almak istiyorum.
40 gün boyunca, çarşamba günü sabah başlayıp, 30 Mart akşamına kadar
kapı kapı dolaşacak mıyız? Söz mü? (…)
Girilmedik cadde, girilmedik sokak bırakmayacağız. Söz mü? (…)
Her mahallede DEVA’nın bayrağını dalgalandıracağız. Söz mü? (…)
Ayaklarımızın altı su toplayana kadar çalışacağız. Söz mü? (…)
*****
Başkan adaylarımız şimdiden Türkiye’mize hayırlı olsun.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle ve muhabbetle selamlıyorum.
Sağlıcakla kalın diyorum.
Sağolun, varolun.