15 Kasım 2020 DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın 1. Olağan Elazığ İl Kongresi Konuşması

15 Kasım 2020

Genel Başkanımız Ali Babacan’ın Elazığ 1. Olağan İl Kongresi Konuşması

DEVA Partisi’nin değerli genel merkez kurul üyeleri, Elazığ il teşkilatımızın çok değerli başkanı,
Değerli ilçe başkanlarımız, teşkilat mensuplarımız, Siyasi partilerin kıymetli temsilcileri,

Sevgili Elazığlı gönüldaşlarımız,

Türkiye’nin farklı illerinden gelip bugün bizlerle beraber olan saygıdeğer konuklarımız,

Ulusal ve yerel basınımızın değerli mensupları, Ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımız;

Hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, Elazığ teşkilatımızın birinci olağan il kongresine hoş geldiniz diyorum.

Bugün binlerce yıllık antik şehir Harput’ta olmaktan,
sekiz köşeli şapkalarıyla erdem timsali Elazığlı dostlarımın arasında olmaktan,

Balak Gazi’nin, Arap Baba’nın, Beyzade Efendi’nin, şehidimiz Fethi Sekin’in şehrinde olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.

...
Kıymetli dostlarım,

Hepinizin bildiği gibi, kısa bir zaman önce, 30 Ekim Cuma günü İzmir’de bir deprem felaketi yaşadık.

Siz Elazığlı vatandaşlarımızın gayet iyi bildiği gibi, deprem bu ülkenin gerçeği.

Çok değil bu senenin başında Elazığ’da da ağır bir deprem yaşadık.

Bugün sabah, konteyner kenti ziyaret ettim. Acı felaketin üzerinden 10 ay geçti ama hâlâ vatandaşlarımızın kalıcı konutlara yerleşme tarihi belli değil.

Birkaç gün önce Mecliste “Depremlere karşı alınabilecek önlemleri araştırma komisyonu” kuruldu. Elazığ’dan hiçbir temsil bu komisyonda yok. Bunu bir eksik olarak görüyoruz.

Deprem elbette bir doğal afet. Fakat ölüm ve yıkım kaçınılmaz değil.

İktidarın küçük ortağı her zamanki gibi kötü bir durumla karşılaştığında sorumluluğunu unutuyor, sanki işin içinde değilmiş gibi açıklamalar yapıyor. İzmir depreminden sonra ne dediler? “Keşke vatandaşlar riskli binalarda oturmasaydı”.

Ölümlerin, yıkımların faturasını vatandaşa kesti.
Küçük ortak yine, kâra ortak, zarara değil. Aynı tavrını sürdürüyor. Ama biz onlara hatırlatıyoruz, hatırlatmaya devam edeceğiz:

Bugün yaşanan her şeyde, yoksullukta, yıkımda, yanlış yönetimde, büyük ortağınız kadar sorumlusunuz. Bundan kaçamayacaksınız. Bunu sürekli hatırlatacağız.

Hem iktidara ortak olup nimetlerinden faydalanmak hem de problem çıktığı zaman kenarda durmak, dışındaymış gibi pozisyon almak doğru bir duruş değil. Her kaçak güreştiğinizde size bunu hatırlatacağız.

Ben de partimizden bir heyetle birlikte, İzmir’e gittim. Gördüklerimizi anlatmaya kelimeler yetmez. İçimiz yanıyor. Yan yana binaların bir kısmı ayakta, bazısı yıkılmış.

Bu bize, denetimsizliği, kötü yapılara göz yumanlar olduğunu gösteriyor.

Aynı tabloyu Elazığ’da da görüyoruz. Şu an hâlâ yaraları sarılamamış. vatandaşlarımız hâlâ sıkıntı yaşıyor.

Değerli arkadaşlar, deprem ve diğer tüm afetler, sadece afet sonrasında müdahale edilecek olaylar değildir.

Zararın önlenmesi mümkündür.

Nitekim pek çok ülkede depremlerde ölüm sayıları bizdeki gibi olmuyor, dikkat edin. Dünyanın başka köşelerinde Elazığ’ın yaşadığından daha şiddetli depremler yaşanıyor ancak böyle büyük zararlar meydana gelmiyor.

Bizde ise her depremde canlarımız gidiyor. Hayat kilitleniyor. Kaos yaşanıyor ve ardından yardım telaşına düşülüyor.

Deprem bu ülkenin gerçeğidir. Devletin, merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin bunu bilerek adımlar atması, kararlar almazı lazım. Bugün atılan her adımda, yapılan her işlemde depremin ve diğer olası afetlerin planlaması yapılmalıdır.

İmar barışlarıyla, denetimsiz binalarla, vatandaşımız adeta katil binalarda oturmaya mahkum edilemez. Tam da bu yüzden devlet var arkadaşlar.

Burada deprem sonrasındaki önlemleri değil, tüm sistemi deprem merkezli ve ön alıcı bir şekilde oluşturmamız gerekiyor.

Çünkü ülkemiz, büyük fay hatlarının üzerinde. İnsanlarımızın canı da, malı da, üretim de, sanayi tesislerimiz de hepsi risk altında. Bunu yönetmek, ülkeyi idare edenlerin görevi.

Mesele deprem vergilerinin nereye harcandığının çok çok ötesinde.

Elbette ödenen her kuruşun nereye harcandığını öğrenmek hakkımız. Ancak sadece deprem vergileriyle geçiştirilecek basitlikte bir vizyonla afet yönetimine yaklaşılmaz.

Bu nedenle biz, ucuz polemiklerle değil gerçekçi politikalarla hareket edeceğiz.

Yoksa bugün Elazığ’a ağlarız, Allah korusun yarın öbür gün başka şehirlere, İstanbul’a.

Ancak kimse bize depremde ölmenin kader olduğunu, depremde ekonominin durmasının normal olduğunu anlatmasın. Biz kadere inanan insanlarız ama tedbir her şeyin başı.

Deprem oluyor “ne kadar hızlı konteyner kent inşa ettik” diye övünüyorlar. Arkadaşlar, bu sabah gördüğümüz tablo iç açıcı bir tablo değil.

Plansızlığın, programsızlığın ve deprem yaşayan illerimiz arasındaki tutarsız yaklaşımların bir örneğini daha Elazığ’da gördük, tespit ettik.

Şöyle bir son on yılda, on beş yılda olan depremlere bir bakın. Hangi ilde, hangi durumda olan vatandaşlarımıza nasıl destek çıkılmış, şöyle bir inceleyin. Hiçbir standart yok; anlık, günlük kararlar...

Daha geçen Giresun’da bir sel felaketi oldu. Esnafımıza 50 bin liralık kayıtsız destek sözü verildi, hemen orada. “Elazığ’da da böyle bir şey oldu mu” diye sordum arkadaşlarıma, yok. Niye? Çünkü kural ve ilke bazlı bir yönetim felsefesi yok.

Hukukla, kurallarla kendini bağlamak istemeyen bir yönetim zihniyeti var. Anayasa, yasalar neredeyse bir vesayet olarak görülüyor artık.

Keyfilik almış başını gidiyor. O gün kim kulağa bir şey fısıldarsa, akşam sohbette hangi konu geçtiyse sabah kararname şeklinde karşımızda görüyoruz.

84 milyonluk bir ülke böyle yönetilemez. 84 milyonluk ülkenin güçlü olması ancak güçlü kurumlarla, kurallarla olur.

Deprem bu ülkenin gerçeğiyse, deprem yaşayan illerimiz arasında ayrım gözetemezsiniz.

Hele hele bir ilde meydana gelen bir depremi bir siyasi partiye fatura edemezsiniz. Hangi parti olursa olsun. İzmir’de yaşadık. Depremin tüm sorumluluğu bir siyasi partiye kesildi, gitti.

Peki soruyorum: Elazığ’da hangi parti iş başındaydı deprem olduğunda?

Böyle bir zihniyet olabilir mi? Deprem gibi insanların hayatını kaybettiği bir felaketin üstüne particilik yapılabilir mi?

İzmir depremi oldu, bir hafta boyunca bütün kongrelerimizde kutlamayı, müzikleri durdurduk. Acı ortak acıdır.

Devletin, hele hele bu devletin en başındaki kişinin görevi acıları sarmaktır. Yaraları onarmaktır. Particilik yapmamaktır.

Ama Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminin memleketi ne hale soktuğunu hep beraber açık açık görüyoruz. Deprem gibi bir acıda bile zihniyet; kutuplaştırmak, taraf olmak, başarı varsa sahiplenmek, başarısızlık varsa “bunu kime fatura edelim”...

Yazıktır, günahtır.

Depremlerde hem merkezi hem de yerel yönetimlerin denetim sorumluluğu vardır. Vatandaşlarımızın depremle ilgili bir denetim kadar teknik bir konuyu bilmesini bekleyemeyiz.

Devletin görevi tarafsız bir şekilde denetimleri yapmak, hasar gören binaları tarafsız bir şekilde sınıflara ayırmak, her bir binanın sahibi ve kiracılarla ilgili de adil, ilkeli ve tutarlı çözümler üretmektir.

Ama kural bazlı bir yönetim zihniyeti yok. Problemin özünde bu yatıyor.

İzmir’de de söyledik. Binalarla ilgili tespitlerin, hafif Binalarla ilgili tespitler bağımsız, tarafsız, teknik kuruluşlar tarafından yapılmalı. İnşaat mühendisleri odalarının ve ilgili STK’ların daha çok faal olması sağlanmalı.

Elazığ’da yaşadık; aynı binayla ilgili arka arkaya tutulan raporlarda, ağır hasarlı denilen bina sınıf değiştirip orta hasarlı sınıfa düşüyor. Farklı heyetler, aynı binaya farklı tutanaklar tutuyor. Bunu sadece teknik gerekçelerle izah etmek mümkün değil. Hepsinde siyasi müdahale var.

Deprem gibi insanların canının, hayatın söz konusu olduğu bir meselede siyasi talimatla iş yürümez.

Ne belediyenin ne de merkezi hükûmetin etki edemediği, karışamadığı yapılarla bunun yapılması lazım. Aksi halde daha çok göz yaşı dökeriz, yazıktır.

Fay hatlarının üzerinde, depremde yıkılacak binalar inşa ediyorlar. Marifet vatandaşını konteynır kente muhtaç etmemektir. Marifet vatandaşının canını korumaktır. Marifet doğal afetleri hayatı durduran krizler olmayacak şekilde yönetebilmektir.

İşte tam bu nedenle biz sanayiden okullaşmaya, ticaretten konuta, ulaşımdan sağlığa her alanda depremi ve tüm afetleri hesap ederek hareket edeceğiz.

Kentsel dönüşüm projeleri var biliyorsunuz. Bunlar asla birilerinin rant elde etmesi için düşünülmemeli. Maalesef ülkemizde belediyeyi de merkezi yönetimi de ele geçiren nasıl rant elde edilir hesaplarına başlıyor, rant gözülüklerini takıyor.

Mesele depremse, depreme karşı hazırlıkla ilgili kentsel dönüşüm ihtiyacı varsa, Allah aşkına şu rant gözlüklerini atın.

Kentsel dönüşüm, o şehrimizin, bölgemizin, mahallemizin ihtiyacına göre, bu perspektifle yapılsın.

Oysa kentsel dönüşüm projeleri, şehirlerin afetlere uygun olarak dönüştürülmesi için büyük bir fırsat aynı zamanda. Çünkü büyük kaynaklar ayrılıyor.
Kentsel dönüşüm projelerinin çalışması için genel ekonomik tablonun olumlu olması lazım. Üretilen konutlara müşterilerin bulunabileceği, konutların rahatça satılabileceği bir tablo olması lazım.

Talep yoksa, üretilen konutları satın alacak maddi güç vatandaşlarımızda yoksa kentsel dönüşüm projeleri de çalışmıyor. Şu an Türkiye’nin her yerinde kentsel dönüşüm projeleri önemli bir şekilde aksamış durumda. Sebebi de ekonomide yaşanan derin kriz.

Değerli arkadaşlar, biz DEVA Partisi olarak afet öncesi yapılması gerekenleri biliyoruz.

Afetler, depremler, bu ülkenin kaderi evet. Fakat depremde hayatını kaybetmek, yuvasını kaybetmek “ne yapalım kaderde varmış” diye geçiştirilebilecek bir konu değil. Tedbir almak devletin elinde, belediyenin elinde

DEVA Partisi olarak, biz öncelikle afet öncesi riskin en aza indirilmesine yönelik tedbirleri planlayacağız.

Bu kapsamda tüm yapıları bağımsız ve tarafsız mekanizmalarla denetleyeceğiz. Deprem ve sel açısından en riskli bölgelerden başlayarak bir kentsel dönüşüm programını derhal uygulayacağız. Böylece hastane, okullar ve diğer kamu binaları öncelikli olmak üzere tüm yapılarımızı depreme ve diğer afetlere dayanıklı hale getireceğiz.

Bunun için gerekli her türlü finansmanı, arsa tahsisini sağlayacağız.

Çünkü arkadaşlar, bizim doğal afetlere bir tek canımızı feda etme lüksümüz yok. Devlet, bu ülkede yaşayan insanların can güvenliğiyle ilgili tüm tedbirleri almak zorunda.

Kuşkusuz bu işler büyük kaynaklar gerektiriyor. Bu kaynakların temini ve isabetli harcanması gerekiyor. Şu anda ülkenin ekonomik tablosu ne büyük kaynakları temin etmeye ne de o kaynakları dürüst, isabetli, yerinde harcamaya müsait.

Biz DEVA Partisi olarak bu sorumluluğumuzun bilincindeyiz ve vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini en üst seviyede korumak için çalışacağız.

Belki hemen, bir yılda veya iki yılda olmayacak ama iyi bir planlamayla, risk önceliklendirmesine tabi tutarak tüm Türkiye genelinde ülkemizi depremlere daha hazırlıklı hale getireceğiz.

O yüzden biz DEVA Partisi olarak afete duyarlı kentleşme ve planlama modelinden taviz vermeyeceğiz.

Afet tehlikesi ve riskleriyle ilgili verilerin toplandığı ve periyodik olarak değerlendirildiği şeffaf bir afet bilgi sistemi kuracağız. Çünkü vatandaşından bilgi gizlemek, vatandaşının ölümüne göz yummak demektir.

Afet eğitimlerini tüm okullarda ve medyada yaygın ve sürekli hale getireceğiz.

Afet sırasında ve afet sonrasında yapılacaklar için ise bir afet yönetim sistemi oluşturacağız. Şu andaki sistemde sorunlar var.

Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi geldi; kurumlar birleştirildi, bölündü, kapatıldı, açıldı. Bakıyoruz, afet yönetim sistemiyle ilgili düzenlemeler yeni yapıyla uyumlu değil.

İzmir depreminde gördük bunu. Kilitlenmiş kalmış. Sistemde “Şu kurum şu işi yapar” diyor, o kurum artık yok. Veya birleşmiş, adı değişmiş.

O kadar apar topar, o kadar hızlı geçildi ki bu sisteme, bir numaralı öncelik bu sistemi partili bir sistem yapmaktı. Ülkemizi her alanda nasıl aşağıya doğru çektiğini her alanda görüyoruz.

Ve değerli arkadaşlar açıkça tekrar söylüyorum;
DEVA Partisi olarak biz bu ülkede vatandaşının ölümüne göz yuman, katil binalara ruhsat veren, denetlemeyen, afetler yüzünden ölümü bu toprakların kaderi gören zihniyete son vereceğiz.

Üç kuruşluk rant uğruna vatandaşımızın hayatını riske atan, önemsemeyen bu zihniyete son vereceğiz.

***

Değerli arkadaşlar,

Hepinizin bildiği gibi bir başka afet daha aylardır ülkemizi esir almış durumda.

Tüm dünyada olduğu gibi neredeyse bir senedir Covid-19 salgınının içerisindeyiz.

Ancak arkadaşlar salgının ilk aylarında özellikle sağlık boyutuyla ilgili çalışmaların fena gitmediğiyle ilgili bir kanaat hepimizde vardı. Diyorduk ki, “her alan bu kadar yanlış yönetilirken, nasıl oluyor da burada fena görünmüyor”. Ne yapalım, verilere bakıyoruz. O gün için elimizde başka bilgi yok.

Kanaat fena değildi ama maalesef bugün baktığımızda işin sağlık boyutunun aslında son derece yanlış yönetildiğini öğrenmiş olduk.

Bu salgını da kötü yönettiler.
Her şeyi halktan gizlemeyi marifet sanıyorlar.

Şu anda ülkemiz pandemiyle mücadelede en kötü ülkeler arasına girme yolunda hızla ilerliyor.

O açıklamadıkları, bizden gizledikleri vaka sayısı var ya arkadaşlar, her gün tespit edilen vaka sayısına göre ülkemiz dünyada ilk beşte.

Her gün 2-3 bin yeni hastamız var diye açıklama yapılıyor ama vaka sayıları ortada yok. İşin içindeki insanlara göre her gün en az 30-40 bin yeni vakamız var.

Hani “15 Ekim’den itibaren vaka sayılarını da açıklayacağız” diye söz vermişlerdi. İlk defa hasta ile vaka arasındaki farkı da o açıklamalardan duyduk. 15 Ekim geldi, geçti. Daha çıt yok. Bu sözden niçin caydılar? Niçin açıklama yapılmıyor?

Hastanelerde yer bulunamıyor. İnsanlar uzun kuyruklarda bekliyor. Yoğun bakım yatağı için 112 Acil Çağrı Servisinde uzun bekleme listeleri oluşmuş durumda.

Aylar evvel Türk Tabipleri Birliği “sayılar yanlış, eksik söyleniyor” dedi. “Ölüyoruz” dedi doktorlarımız. Ama onlar ne dediler? Onlar ne dedi?

Klasik, klişe: Kim çıt çıkarsa, aykırı bir şey söylese, ellerindeki hain etiketini pat yapıştırıyorlar. Tabipler Birliğini hain ilan ettiler.

İşte ortaya çıktı. Onların söylediği çok daha doğru.

Dünyada, vaka sayısı-hasta sayısı ayrımı yaparak vatandaşını aldatmaya çalışan tek ülke de herhalde Türkiye. Üstelik ülkede medya karartması olduğu için basında da durum açıkça görülmüyor.

Çok az sayıda ana akım televizyon, gazete, ağırlıklı internet medyacılığı, YouTube kanalları... Geçen hafta yaşadık; yakın akraba bakan istifa etti sosyal medya hesabından, 27 saat boyunda devletin medyasından, hükûmetin kontrol ettiği medyadan çıt yok.

Sanki öyle bir olay yok. Bu nasıl bir gazeteciliktir?

Gazetecilik mesleği, gerçek gazeteciler bu tür haberlerde yerlerinde duramaz. Onu anında haberleştirmek zorunda anında. Ama öyle ağır bir baskı iklimi var ki...

Maalesef en ufak aykırı görüşte bulunanları hemen işten attılar. En hafif ceza o. Hemen patrona telefon, “şunu işten at”...

Daha ileri gittiler, tutuklu gazeteciler sayısında ülkemiz dünyada çok kötü bir noktada.

Kolay değil, tek bir meslektaşının işten kovulduğunu gören diğer gazeteciler ister istemez otosansür uyguluyor.

Peki, gerçekleri gizleyebiliyor musunuz?
Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır.
Bir süre belki örtebiliyorsunuz, ama sonra gerçek ortaya çıkıyor.

Esas prensibin doğruluktan ayrılmamak olması lazım. Doğru, hesaptan kaçmaz.

Açıkladığınız rakamların yanlış olduğu ortaya çıkınca, halkı aldattığınız ortaya çıkınca nasıl hiçbir şey olmamış gibi kameraların karşısına geçip konuşmalarına hayret ediyorum.

Koronavirüs salgını, pandemi dönemi bu ülkenin her alanda iflas ettiğini gösteriyor.

Vatandaşlarımız yoğun bakımlarda yer bulmakta güçlük çekiyor. vatandaşlarımız ölüyor. Acil ve etkili tedbirler alınmadıkça, mevsim de malum, daha kötü günler de bizi bekleyebilir Allah korusun.

Koskoca devletin salgına karşı aldığı tek önlem vatandaşına maske tak demek olabilir mi arkadaşlar? Bu kadar basit değil.

Vaka sayılarını gizliyorlar, sadece hasta sayısı açıklıyorlar. Vaka sayısı büyümesin diye testler de öyle kolay yapılmıyor. Kısıtlanıyor ki gerçek ortaya çıkmasın.

Pandemiyle halkı kandırarak mücadele edemezsiniz. Böyle bir zihniyet olamaz. Böyle bir akıl olamaz.

Ama yapıyorlar. Bir kere alışkanlık başladı TÜİK’ten.

Baktılar ki TÜİK verileriyle oynayınca bir süre vatandaş inandı o verilere. “Ne desek inanıyor bu millet” diye “sağlıkta da farklı rakam açıklayalım”...

Artık bu kaybettikleri güveni geri kazanmaları mümkün değil. Hastalığın yayılması için alınacak önlemleri yeterince alamıyorlar.

Neden yapamıyorlar biliyor musunuz? Çünkü ekonomiyi çökerttiler.

Çünkü ülkeyi öyle bir fakirleştirdiler ki, halkın sağlığını kurtaracak önlemleri almakta da sıkıntı çekiyorlar.

Kasa boş.

Merkez Bankasındaki rezervlerimizi tükettikler. Yedek akçeleri tükettiler.

Rezervler eksiye düştü, eksi 39 milyara düştü.

Merkez Bankasının kasadaki rezervinden çok daha fazla piyasaya borcu var.

Bir de diyorlar ki acı reçeteden kaçınmayız. Hem memleketi bu hale düşürüp hem de vatandaşlarımızın acı reçeteye razı olmasını bekliyorlar.

Ne demek acı reçete? Size keyif çayı da halkımıza acı reçete mi?

Dikkat edin; acı reçeteye hazırlanın diyenlerin günlük hayatlarından, kendi konforlarından, kendi yaşantılarından en ufak bir taviz yok. Aynı rahatlık devam ediyor.

Yanlış yönetiyorlar, ülkeyi batırıyorlar, düzeltmek için de vatandaşa dönüp “acı reçeteye hazırlan” diyorlar.

Sizin hatalarınızın bedelini bu millet ödemek zorunda değil. Böyle bir şey olmaz.

Biz “insanı yaşat ki devlet yaşasın” kültürüne sahip bir milletiz.

Ben buradan sesleniyorum: Durum çok vahim. Gerçekleri bir an önce halkımıza açıklayın. Sağlık Bakanlığı elindeki tüm verileri halkımızla şeffaf bir şekilde paylaşsın. Günlük vaka sayılarının 30-40 binleri bulabildiğini halkımıza söyleyin. Gizlemeyin.

Ve derhal ama derhal önlem almaya başlayın.

Salgının daha fazla yayılmasını önlemek için gerekenler her ne ise hemen yapın. Halkımızın hastane önünde kuyruklarda, yoğum bakımlarda yer olmadığı için acı içinde nefessiz kalmasına müsaade edemezsiniz.

Sizin göreviniz bu ülkede yaşayan insanların yaşam hakkını gözetmek. Yaşam hakkını korumak. Derhal önlem alın!

Biliyorsunuz koronavirüs vakası ilk olarak 10 Mart’ta açıklandı. 9 Mart’ta bizim partimizin tüzel kişiliği oluştu. 11 Mart’ta kuruluş etkinliğimiz vardı. Tam 10 Mart’ta açıklandı.

Daha sonra ortaya çıkıyor ki, aslında ilk vaka daha önceden varmış da o gün açıklamışlar. Nasıl olmuş, oralarını bilemiyoruz.

Biz ilk vakadan yedi gün sonra, henüz yedi günlük bir siyasi partiyken hükûmete bir tavsiye açıklaması yaptık. Kısa ve öz.

O maddelerden birisi, sağlıkla ilgili verilerin güncel, açık ve şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılmasıydı. 17 Mart’ta web sitemize bunu koyduk.

Bunu boşuna yazmadık, çünkü biliyorduk.

TÜİK’le ilgili verilerle oynayanlar, yarın sağlık verileriyle de oynayabilir diye şüpheleniyorduk.

Onun için 17 Mart’ta açıklık çağrısını 17 Mart’ta yaptık bu hükûmete. Bir kulaklarından girip, öbür kulaklarından çıkıyor.

Yaptık ama huylu huyundan vazgeçmiyor. Allah korusun, kötü alışkanlıklar böyle. Kötü alışkanlıkları bir kazandığınız zaman, tekrar geri toparlamak ve düzgün bir yola girmek çok zor.

Şu an onu yaşıyorlar, o kötü alışkanlıklardan bir türlü çıkamıyorlar. Buradan bir de basınımıza seslenmek istiyorum:

Haber yapın! Kamu yararı, her türlü kişinin yararından önce gelir. Lütfen artık mesleğinizin gereğini yerine getirin. Korkmayın.

Bu karartma politikalarına izin vermeyin. Unutmayın; özgür basın hayat kurtarır.

***
Değerli “Elazizli” dostlarım,

Türkiye gibi Elazığ’ımızın da sorunları her geçen gün arttı, artıyor.

24 Ocak’ta yaşanan deprem felaketiyle Elazığ’ın yapısal sorunları daha da ağırlaştı.

Yıkılmış evler, kapanan yollar. Adeta terk edilmiş bir şehir görüntüsü ortaya çıkardı.

Depremden sonra hasar tespiti, yeni imar planlaması, kentsel dönüşüm ve birçok konuda önemli yanlışlıklar yapıldı.

Yapılan evler bölge halkının sosyal durumu gözardı edilerek yapıldı.

Cumhurbaşkanı’nın deprem sonrası yapılan evlerde yüzde 50 oranına kadar indirim yapma yetkisi bulunmakta iken bu yetki sınırlı tutuldu.

Belirsizlik, kuralsızlık var. Niye? Tek bir karar mercii var ya. Memleketteki en ufak meselelerin bile oraya gitmeden çözümlenemeyeceği bir yapı oluştu. Sebebi bu.

İlgili kurumlar, bakanlıklar, yerel yönetimler kararı alıp geçemiyor. Hep bir tek kişinin ağzına bakıyor.

İmar revizyonu aşamasında kent dokusuna uygun yapılar yapılabilirdi. Ancak, depremi bile rant için fırsat gören anlayışın sonucunda şehir merkezindeki yoğunluk arttırıldı.

Elazığ halkı bu sıkıntıların üzerine bir de DASK mağduriyeti yaşandı. Riskli alanlarda bulunan ve yıkılan az hasarlı ve hasarsız evlere DASK’ın ödeme yapmaması vatandaşlarımızı mağdur etti.

Zorunlu Deprem Sigortasını vatandaşlarınıza yaptırıyorsunuz ve sigortalı evler hasar gördüğünde kim parasını ne zaman, nasıl alacak, belli değil. Siz onu zamanında, tam ödemezseniz bu ülkede sigorta bilincini oluşturabilir misiniz?

İnsanların evlerini depreme karşı sigorta etmelerini sağlayabilir misiniz bundan sonra?

Sigortacılıkta esas: Sigorta yaparsınız; hasar olduğunda tam ve gününde ödersiniz.

Hazine Müsteşarlığı bu işin düzenleyicisi kurumdur. İşte, İbrahim Çanakcı Bey 11 yıl o kurumun başındaydı. Sigortacılık, düzenleme ve denetleme açısından hassas bir sektördür. En önemlisi de güvendir. Bırakın özel sigorta sistemini, devletin kurdurduğu ve vatandaşını mecbur kıldığı bir deprem sigortası sisteminde hasar gören vatandaşlarımızın hasarlarının karşılanmaması, farklı muameleler olması kabul edilemez.

İbrahim Bey bu işi bilen, 11 yıl yönetmiş bir insan olarak bu konuyu Elazığ’da inceledi. Hiçbir kural yok. Adamı olanın sigorta bedelini alıp da olmayanın alamaması gibi bir şey düşünülebilir mi ya?

Burada deprem mi oldu? DASK gelip anında ofisini açacak. Kimin ne kadar hasarı varsa, o gün banka hesabına geçecek. Deprem sigortasına güveni böyle sağlarsınız.

Depremde evi hasar görene sigortalı olduğu halde bedelini ödemezseniz bu ülkede sigortacılık kalmaz.

Özetle arkadaşlar, Elazığ şu an tarihinin en kötü dönemini yaşıyor.

Sorunların temelinde maalesef türkiye gibi Elazığ’ın da iyi yönetilememesi yatıyor.

Bu süreçte yapılan yanlışlar nedeniyle esnafımız da bir çok sıkıntıyla karşı karşıya kaldı.

Biz DEVA Partisi olarak Türkiye genelinde esnafımızın devlete yapacağı vergi ve prim ödemelerinin ertelenmesi yerine, bunlardan belirli bir süre için vazgeçilmesini önerdik.

Ancak, mevcut iktidar bu konularda en küçük bir çaba bile göstermedi. esnafı krediyle faizle borçlandırmayı çözüm diye sundu.

Zor şartlar altında kredi çekmek zorunda kalanların da geri ödemeleri, ertelenen vergi ve prim borçları bugün gelip tekrar kapıya dayandı.

Ancak, esnafımız siftahsız kepenk kapamaya devam ediyor.

DEVA Partisi olarak buradan tekrar bugünkü iktidara sesleniyoruz, Elazığ’daki ve Türkiye’deki esnafımızın çığlığına kulaklarınızı kapatmayın.

Türkiye’nin bu sıkıntıları aşmak için yeterli kaynağı mevcut. kaynakları halkımız için harcayın.

Böylesine ağır bir tablo karşısında bile Kanal İstanbul gibi bir rant projesinin peşinde koşma ısrarından vazgeçin ve kaynakları rant projelerine değil milletin sorunlarını çözmeye harcayın.

Kıymetli Elazığlı dostlarım,
Biliyorum, yaşanan sıkıntılar moralinizi bozuyor, sahipsiz hissetmenize sebep oluyor.

Ama dostlarım, umutsuzluğa, karamsarlığa, kötümserliğe kapılmaya gerek yok. Çünkü
artık Elazığ’ın da DEVA’sı var.

Biz DEVA Partisi olarak;

• Şehrimizin; imar planı, yapılaşma, trafik, ulaşım, yol, kaldırım, otopark, yeşil alan, park bahçe ve benzeri sorunlarını çözerek, rahat yaşanabilir bir şehir haline getireceğiz.

• Tapımına 1987 yılında başlanan ve halen tamamlanamamış olan Uluova ve Kuzova sulama hattını ivedi şekilde bitirip, Kuzova, Uluova ve Bermaz ovalarında tarımı harekete geçirecek ihtisas tarım organize sanayi bölgeleri kuracağız.

• Destek programlarıyla, Elazığ’ı tarım, hayvancılık ve balıkçılık alanlarında önemli bir merkez haline getireceğiz.

  • Bu kapsamda; ipek üretimini, ceviz, badem ve bağcılığı destekleyeceğiz. yöresel ürünlerde ilçe isimleriyle özdeşleşecek şekilde markalaşma adımlarını teşvik edeceğiz.

  • Baskil ilçemizin, kayısı-badem-dut üretiminde öne çıkması için her türlü üretim ve yatırım desteğini sağlayacağız.

  • Başta Palu, Arıcak ve Alacakaya ilçeleri olmak üzere tüm dağ köylerimizde küçük ve büyükbaş hayvan besiciliğini sonuna kadar destekleyeceğiz.

  • Elazığ sularında önemli miktarlarda balık yetiştiriciliği yapılıyor. balıkçılık sektöründe sürdürülebilir gelişmenin sağlanması ve katma değerin şehir içinde kalmasını sağlamak için yavru, yem ve yeter miktarda işleme tesisinin Elazığ’a kazandırılmasını teşvik edeceğiz.

  • Tekstil gibi, emek yoğun sanayi tesislerinin yanısıra yüksek katma değerli sanayi tesisleri kurulmasını destekleyeceğiz.

  • Mermerin işlenerek yüksek değerli ürünlerin fabrikasyon imalatını ve madencilik faaliyetlerini özendireceğiz. Bu alanda özellikle verimlilik artışı sağlayacak ve maliyetleri düşürecek yatırım yapılmasını, kalifiye uzman personel yetiştirilmesini, sertifikalandırmanın yaygınlaşmasını, sanayi kuruluşları ile yüksek meslek okulları ve üniversiteler arasındaki işbirliğini geliştirilmesini ve pazarlama faaliyetlerini destekleyeceğiz.

  • Organize Sanayi Bölgesini geliştirecek, ihracata da hitap edecek stratejik sanayi tesisleri kurulmasını sağlayacağız.

  • Tahsis edilecek uygun alanlarda tüm alt yapısı tamamlanmış ihtiyaca ve amaca yönelik ihtisas sanayi sitelerinin kurulmasını sağlayarak, Elazığ sanayi sitesindeki çalışanlarımızın içine düşürüldüğü kısır döngüyü kıracağız.

  • Elazığ’ın bölgesel yatırım teşviklerden hakkaniyetli bir biçimde yararlanabilmesi için ilin milli gelir hesabının doğru ve gerçekçi bir biçimde yapılmasını sağlayacağız.

  • İletişim ve bilişim alanında istihdam imkanları oluşturma konusunda Fırat Üniversitesinin potansiyelinden en üst düzeyde yararlanılmasını sağlayacağız.

  • Telekom, Türksat, Fırat Edaş, Aksa Gaz vb şirketlere lokal veya bölgesel hizmet verecek bir çağrı merkezinin Elazığ’da da kurulmasını sağlayacağız.

  • Yüksek Öğretim ve sağlık alanlarında marka şehir olunması için gerekli adımlar atacağız. Bu minvalde Hazarbaba kayak tesislerinin, gölcük etrafındaki yazlık konaklama imkanlarının, Harput ve Golan kaplıcalarının potansiyelinden en üst seviyede yararlanacak adımları atacağız.

  • Dört bir tarafı tarih ve Hazar ile Keban baraj gölünün deniz mavisi sularıyla kaplı Elazığ’ın turizm alanında sahip olduğu potansiyeli hayata geçirecek adımları atacağız.

  • Hazar gölündeki kirliliği, göl çevresindeki imar problemlerini ve sivrice ilçesinin doğalgaz sorununu çözüme kavuşturacağız.

  • Elazığ ile Pertek, Çemişgezek, Tunceli ve devamında Kuzey Doğu Anadolu ve Doğu Karadenizi birbirine direkt olarak bağlayıp feribot geçişindeki zaman kaybını önlemesi bakımından Pertek Köprüsünü hayata geçireceğiz.

  • Bir yandan, Elazığ’a komşu illerden gelen göçün oluşturduğu sorunları, diğer yandan ilimizden gelişmiş büyükşehirlere doğru olan göçün ortaya çıkardığı tüm sorunları gidermeye yönelik çözümler üreteceğiz.

    Değerli dostlarım,
    Elazığ’ın derdi çok biliyoruz.
    Elazığ’ın sorunlarını dinliyoruz.
    Elazığ’ın demokrasiye ihtiyacı var. Elazığ’ın atılıma ihtiyacı var. Elazığ’ın DEVA’ya ihtiyacı var.

Biz Elazığ’ın sorunlarını çözmek için hazırız. deva partisi hazır. Soruyorum şimdi; Elazığ hazır mı?

***

Saygıdeğer konuklar;

DEVA Partisi, kadınlarla gençlerle, çiftçilerle, emeklilerle, öğretmenlerle işçilerle, esnafla eşitlik için, adalet için özgürlük için yola çıktı.

Çözüm haritamız belli.

Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız.

Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Biz Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Artık Türkiye’nin DEVA’sı var Elazığ’ın DEVA’sı var ve biz hazırız.

Hepinize çok teşekkür ediyorum.